Örgütsel Ruh
Merhaba. Bugünkü yazıda Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
ve Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İnsan Kaynakları Yönetimi ve Yönetim
Geliştirme Yüksek Lisans hocası saygıdeğer Yrd. Doç. Dr. Tamer KEÇEÇİOĞLU’nun örgütsel
ruh ve örgüt kültürü üzerine yazdığı bir yazıyı paylaşıyorum. Kendisi blog’um
için özel olarak kaleme aldığı bu yazıyı yayınlarken kendisine bir kez daha teşekkür ederken yazıya aşağıdan ulaşabilirsiniz.
İyi okumalar.
Örgütsel Ruh
Teknolojinin özerkliği günümüz insanının
örgütlerdeki yazgısını seçmesini engellemektedir. İnsanlarının beyinlerinin,
yüreklerini ve hayallerini ele geçirildiği bir örgütsel sistemde karşı çıkış
aslında örgüt insanına bir karşı duruşu ifade eder. Teknoloji ne zaman doğal
bir engel ile karşılaşsa bu engeli ya canlı organizmanın yerine bir makineyi
geçirerek ya da organizmayı artık belirgin olarak organik herhangi bir tepki
ortaya koymayacak şekilde değiştirerek aşar.
Teknoloji ile insanın karşılıklı mücadelesi
aslında örgütü ortaklık biçiminde yaratmak paydasında birleşir. Bu, insanın
teknoloji yaratmaya giderek süreçlere, kararlara, daha az ölçüde aktif olarak
katıldığı anlamına gelir. İnsanın pasifize edilmesi, tek kalıp ve perspektif
ile sınırlandırılması insanı bir katalizör düzeyine indirgemiştir. Örgütlerde
hayal dünyasında olsa da insanların kendilerini iyi hissetmelerini sağlanmaları
istenirken yönetim uygulamaları ve davranışları bunu destekler niteliktedir. Bu
da, insanların yaşamlarının gündelik gerçekliği içinde kendilerini oldukça kötü
ve kendi koşullarınca tuzağa düşmüş hissetmelerini gerektirir. Kapana kısılmış
duygusunda yaşayan insanın etkinlik ve verimliliği en az düzeydedir. ‘’Uğruna
savaşacak herhangi bir iyilik için kötülüğe gereksinim vardır’’ savındaki
kötülük insanların yaşadığı çaresizlik duygusunu ifade eder. Sistemde hiçbir
şey yapamayacaklarını, hiçbir şeyi değiştiremeyeceklerini, işe uygulanacak
hayallerin yaratıcıkların ve buluşçuluğun olmadığını hisseden insanlar, bu
durum karşısında depresif hale gelirler. Depresyon, modern çağda örgütlerde
insan beynini kemiren salgın hastalıkları andıran boyutlara ulamıştır. Hiçbir
birey toplumu ve örgütü değiştiremez ama bireyler kendilerini, özellikle de
kendilerine yol gösteren zihin yapılarını değiştirebilirler, yol haritalarını
oluşturabilirler veya yeniden değiştirebilirler. Bu anlamda örgütlerde bireysel
devrim geçerliliğini sürdürmektedir. Böylece örgütün ‘’ruh’’ kazanması ve kan
hareketliliği sağlanmış olur.
Modern örgütlerin karşılaşabileceği en
büyük tehlike, örgütlerin yapı, süreç ve sistemleri devam ederken ruhlarının
ölmesidir. Ruhun ölmesi örgütün ileriye doğru bakışını, yaşama şansını ortadan
kaldırır. Örgüt dışarıdan etkin ve verimli çalışmakla birlikte hareket enerjisini
ve varlık nedenini kaybetmiştir. Örgüt artık içsel ölümle tanışmıştır. Bireyin
sürekli olarak bireyliği vurgulamasına karşın aslında kendisine kayıtsız kalan
bir dünyada ve örgütte duygusal olarak varlığını sürdürmesi önemli bir olgudur.
İnsan potansiyelini harcayan modern örgüt artık ruhlarını da ele geçirmeye
hazırdır. Modern toplu yaşamın boyutlarının büyüklüğü yüzünden bireylerin göz
ardı edildiği, yok edici kaygının birer belirtisi olan çaresizlik, kurban
edilmişlik ve tecrit edilmişlik duyguları hakim olur. Hiçlik korkusu tehdidi
altında yaşayan birey edilgenlik tepkisine sığınmaktan başka bir yol
görememektedir. Modern toplumun kitleselliği, bir örnekliği bireyin kendisini
önemsiz hissetmesine yol açar; bireye, var olmaya hakkı olmadığını, içsel
olarak önemsiz hissettirecek kadar yoğun bir etkidir bu. Bireye varlığının, var
oluşumun haklılığı duygusunu yeniden kazandırmak örgütlerin temel görevlerinden
biri olmalıdır. Var oluşunu duyumsamak ve ilan etmek bireyin en temel
haklarından biridir. Mutlaka haklar ve görevler kesişmelidir.
Modern toplumun büyük ölçüde bilim ile
teknolojinin yaratıcısıdır. Bizler örgütlerde büyük bir duygusal bedel ödeyerek
yaşamaya çalışmaktayız. Ekonomik kazanç ile duygusal maliyetler arasındaki fark
her gün açılmaktadır. Örgütler insan yaşamı üzerinde varoluşsal, çoğunlukla
travmatik etkiye sahiptir. İz bırakan, yaralayıcı etkilerinin iyileştirilmesi
zaman alır ve belki de imkansızdır. Bellek yıllar boyunca resim biriktirmiştir.
Bunlar olaylardan, uzamlardan, sahnelerden, atmosferlerden, oluşma resimlerdir.
Aynı zamanda, duygusal risk alanlarını oluşturmamız gerekir. İnsanlar
karşılıklı ilişkilerinde riskler almalıdır. Bayatlığı, artığı, vasatlığı bir
değer ve bir ideoloji olarak sahiplenmek, bir kültürel değer olarak algılamak
örgütlerin kolayına gelmektedir. İnsani değerleri öne çıkaran yaklaşımları,
inançları ve değerleri bir kültürel gelişim içerisinde değerlendirmek gerekir. Yüzeysel kavramlarla
yüzeyselliği ulaşmayı amaçlamak artık genel geçer bir kural haline gelmiştir.
Bu dar sığ kuralı yıkmak ve özellikle beyinde yıkmak gerekir. Önce bireysel
sonra örgütsel devrimle. Örgütleri sığ kokan, durgun bir bataklıktan; akan,
devinen ve sürekli yenilenen ırmağa dönüştürmek elimizdedir.
iKMania
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 comments: